Paragraf Başı Bir roman yazmaya başladığım o gece için..... Yalnız bırakma beni bu paragrafın başında Bu boşluğu bir masal doldurmaz Kanalizasyondan fırlar bir cadı Başını engizisyona çarpar. Ölürüz belki ikimiz de ucuz bir aşk romanının sonunda. Patlamış mısıra benzerdi senin mısraların Isınır ve patlardı Beyaz çiçekler açardın sonunda Bahar dallarının hatırına beni anla. Küçük bir tırtıl gibi büzüştüm yatağımda Hep böyle uyudum yıllarca Sanırdım Bir gün doğuracak beni bu yatak Son ve o en büyük sancıyla Sanırdım Tanrı bırakmış beni kocaman parmağıyla Bir yumuşak çiçeğin ortasına İçimde bir kedi durmadan oynardı Parmak kızın DNA sarmalıyla Alice’den çalıntı gözyaşlarım Çiğ taneleri olurdu sabahları yastığımda. Ömrüm geçti bir çiçeğe benzemekle Hangi hayat süslendi senin için bu kadar. Su getirdim perilerine küçücük avuçlarımla Beni anla. Kurşun kalemin hatırına beni anla Razıyım uçsun bu şiir silgi tozlarının kanatlarında. Toprağın seviyesine ineceğim Anlamalı beni mezarım da Bir uyağa takıldım düşmeye razıyım Artık beni anla. Annemin bir şiir defteri vardı Yaprakları gitgide sarardı Hep sararan bir şey olarak kalmışsın aklımda. Sanırdım Bu dünya karaciğerinden hastadır Sanırdım Boyama sarışın bir kadındır zaman Hep hayatını anlatır. Eski bir şiirsin sen unutulursun unutma Dekolten fazla kaçmasın aman Ayıplar sonra Anadolu yakanı kapa Konuşma konuşmak istemezsen Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla Hep aynı şeyi söylerim Beni anla. Yeni bir şarkı sözleriya başla Hem şarkı sözleri dediğin şarttır yaşamaya Şarka gittin geldim ardından Hatırla orada fıskiyesi dönen havuzlar vardı. Kalabalık avlular yüksek duvarlar Başımız döndüydü hatırla Sürmeleri ne karaydı kadınların Herkesi bir yere sürer ya dünya Gözlerine sürülmüştü orda kadınlar. Belki sen yoktun orda Güller vardı. Ben bir şair olarak güllerden bıkmamıştım daha Ba ‘su ba’del mevt Hayata daha çok vardı Beni anla. Hatırla tavus kuşları vardı Aşık olunca kanatlarından mavi güneşler doğardı. Ben doğmamıştım daha hatırla. Bak işte burada. Susan kadınlar vardı Ben susamamıştım Ama herkes içmişti. Belki sen yoktun orada. Aklımın taş kaldırımlarında dolaşırdı adamlar Ayak seslerini dinlerdim Perdem aralıktı ışığım açık Nedendir diyordum durmadan İnsanın derisine bu kadar güzel bir resim çizmiş Allah Sanırdım Allah olmasa çöpten adamlar gibi yakışıksız çıkardık fotoğraflarda. Ağlamıştık Boyalarımız aktıkça ferahlamıştık hatırla Gözyaşlarımız simsiyahtı Sanırdım Yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar Beni anla. Geçti ömrüm iklimden iklime Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasına Yorgunum kahvem çamur gibi Batmaya da razıyım artık beni anla Yeter ki sen beni Hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma. Didem Madak
“Bende anlayamadığın nedir biliyor musun?” - Neymiş?” “Nazım’ın dediği gibi: ‘Ben artık şarkı dinlemek değil şarkı söylemek istiyorum. Kendi şarkımı.’ Ama yapamam biliyorum çünkü o şarkı içimde kuruyup kaldı. Beni öldüren bu işte.” - Şarkılar bitmez yeni şarkılar filizlenip doğar her zaman…” İnci Aral / Şarkını Söylediğin Zaman
''İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.'' Charles Bukowski
Annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar yürekte kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı anlamak sevgilim o bir müthiş bahtiyarlık anlamak gideni ve gelmekte olanı. Nazım Hikmet Ran |1946
yağmura çok teşekkür ederim bu gece yalnızca cesedime yağdı bana bir şey olursa diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; düşünürken üşürsem diye korktum oturup siyah portakallar yedim oturup korkunç kitaplar okudum içimde bir sıkıntı gibi cinayet içimde bir sığıntı gibi telaş içimde felaket gibi bir merak hislerimin uzağına düştüm şimdi çok üzgünüm şimdi çocukluğumun uzağına da düştüm daha da düşersem diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; ay kıvrılırsa diye kan kıvranırsa diye can sıçrarsa ölürken bir yerlere daha da ölürsem diye korktum seni birkaç saniye düşünürsem; sessem sersem bir heceysem eğer seni bir kelime edersem diye korktum seni kötü bir cümlede kullanırsam adını söylerken takılırsam yalnış telaffuz edersem böyle bir günah işlersem tanrı affeder diye korktum yağmura çok teşekkür ederim bu gece yalnızca bu şiire yağdı sağol aşkım sağol kırık kolum kesik bileğim kırık yüzüm kesik geleceğim kırık sonsuzluğum her şeye rağmen yağmura bulanmış güzel bir yazdı Bir daha bana benzeme angel| küçük iskender
Bir hastane koridorundayım Hayatın bittiği ölüme açılan kapının en başında. Ölümün soğuk nefesi sinmiş buralara Kan kokusu sinmiş; silik nefesi... Üşüyorum. ...Ellerim üşüyor içim üşüyor kalbim üşüyor Gül yaprağına düşen bir kar tanesi gibi. Çocuklarım düşüyor aklıma Kuzey Kutbu gibi üşüyorum. Az sonra bir haber alacağım Bir bara gidip kendime bir bira ısmarlayacağım Olasılıklara tutunup küfürler savuracağım Yaşayacağım belki de yaşamaya inat edercesine. Ölümün koynundan bir sıcak dokunuş koparttım Suratına astım bu dokunuşu boynuna astım Doktorları öldürdüm az evvel Yakışıklı ve paslı bir giyotin gibi. Kalbimde çareler tasarlıyorum avuntular ithal ediyorum yüreğime Gözlerin üzülmesin gözlerin ağlamasın diye. Acılarımla öleceğim belki de sana hasret bir şekilde Yitip giderken yorgun bir ülke gibi Gezegenin herhangi bir paralelinde Üzülme; Kaç yüzyıl bahsedecek bizden lisanlar Benden kaç yüzyıl bahsedecek Senden kaç yüzyıl bahsedecek kahrolası insanlar Kaç yüzyıl üzecek kaç litre ağlayacaksın gecelerde Kaç kere kanayacağım bir başıma mezarımda cesedimle. "Sana kimselere göstermediğim bir şiir yazmıştım Onu da Din adamları araştırıp bulsun." Bir hastane koridorundayım; Üşüyorum Ölüyorum...
Elimi uzattım kutuya susmak çıktı içinden; Sustum. Saadetinden yağan yağmurları görmüş Yalnızlıktan üşüyen bulutlar gibi Ağustos’a ait bir Çarşamba’da ...Saçlarına sığındım. Saçların sıcaktı saçlarına karıştım. Kanla karışık yandım. Ağustos’tu üşüyordum yalnızdım karmaşıktım Bu yalancı operanın ortasında Dilsiz bir soprano’ydum Küçük olanını seni gördüğünde yitirmiş… Ağustos’ta yalan yere sıcak eser rüzgârlar Bir can havli bir veda etme telaşı mevsimin Yok yere ümitlendirir dalgaları Sanki yazın süresini uzatmış gibi tanrı… Elimi uzattım eline ölüm düştü avuçlarıma; Öldüm. Birbirine karışmış avuçları görmüş Titreyen parmaklar gibi Ağustos’ta bir sahil kıyısında Avuçlarına sığındım. Avuçların sıcaktı Ağustos’u bozguna uğratacak kadar Ölüleri diriltecek kadar Ve cesetlerin beyazını kahrından sarartacak kadar beyaz. Ağustos’tu tek avcum vardı öksüzdüm diskalifiyeydim Şu yalancı dalgaların çarptığı kayalıkların kenarında En azgın dalgaydım okyanusları kıskandıran Seni gördükten sonra denizin tuzunu kendi göğsüne basan Ağustos’ta haklı olarak kabarır dalgalar Bir hoş geldin bir karşılama telaşı kimsesizliği Yok yere ümitlendirir martıları Bence Ağustos’u da kışa dahil etmeli artık tanrı. Ağustos’tu üşüyordum yalnızdım Aşık olmak zorundaydım. Geleceğimi bir sahil kasabasında ağzımdan ağzına bıraktım…
Tören-merasimli tuhaf gökyüzünde; Uyuyor toprakışıldayan mavilikte Öyle bana zor ve acı olanda ne? Beklediğim şey ne? Beni üzen ne? *** Artık hayattan hiçbirşey beklemiyorum; Geçmişe hiç mi hiç üzülmüyorum Özgürlüğü ve huzuru arıyorum Uykuya dalıp unutulmayı istiyorum. *** Ama soğuk mezar uykusu haricinde; Öyle uyumayı isterdimki ebediyette Hayatın kudretini uyutarak göğsümde İnip yükselerek ruhum göğsümde sessizce. *** Özenle baksın bu sese tüm gün ve gece; Aşk şarkısı söylesin bana tatlı bir sesle Çevremde ebedi bir yeşil olsun diye Eğilsin ve fısıldasın bana meşe. Lermontov- Çıkıyorum Yalnız Sokağa.